HOLLANDA DEVLET ARŞİVİN’DEKİ TÜRKİYE MERKEZ BANKASI KURULUŞ DOSYASINDAN 8 NÜSHA KAYIP.
HOLLANDA DEVLET ARŞİVİN’DEKİ TÜRKİYE MERKEZ BANKASI KURULUŞ DOSYASINDAN 8 NÜSHA KAYIP.
Türkiye’ye, Osmanlı borçlarının hafifletilmesi konusunda yardımcı olan ve Merkez Bankası Kuruluş raporunu yazan Hollandalı Vissering, raporu Alman meslektaşına gizlice vermiş ve Türk hükümetine duyurmamasını istemiş. Merkez Bankası’nın kuruluşu öncesinde, İş..
Yayınlanma:Güncelleme:27 views
Türkiye’ye, Osmanlı borçlarının hafifletilmesi konusunda yardımcı olan ve Merkez Bankası Kuruluş raporunu yazan Hollandalı Vissering, raporu Alman meslektaşına gizlice vermiş ve Türk hükümetine duyurmamasını istemiş.
Merkez Bankası’nın kuruluşu öncesinde, İş Bankası’nın Merkez Bankası’na dönüştürülmesini isteyen Celal Bayar ile, Başbakan İsmet İnönü ve Maliye Bakanı Abdülhalik Renda, kıyasıya tartışmışlar.
Araştırmacı Mehmet Tütüncü’nün tespitlerini derleyerek sizlere sunacağım bu yazıda, Osmanlı Dönemi, Cumhuriyet Dönemi, İkinci Dünmya Savaşı Sonrası Dönemi ve 1980 Sonrası Dönem anlatılıyor.
(Nieuws in het Nederlands onderaan)
(Haberin Hollandacası en altta)
Mehmet TÜTÜNCÜ araştırdı İlhan KARAÇAY derledi:
Değerli Okurlarım,
Geçtiğimiz 29 Ağustos günü sizlere sunduğum, ‘Hollanda Devlet Arşivindeki, Türkiye’de Merkez bankası’nın Kurulma Çalışmalarını İçeren Dosyayı Mehmet Tütüncü inceledi’ başlıklı derlememden sonra, Arşiv’deki dosyayı sizler için daha geniş çapta ele alacağımızı belirtmiştim.
Mehmet Tütüncü kardeşimiz ile birlikte, kopyalarını aldığımız dosyayı derinlemesine inceledik. Dikkatimizi ilk çeken, 10 Nüshalık dosyadan, 8 nüshanın kayıp olmasıdır.
Göze çarpan bir diğer önemli konu da, Türkiye’ye, Osmanlı borçlarının hafifletilmesi konusunda yardımcı olan ve Merkez Bankası Kuruluş raporunu yazan Hollandalı Vissering, raporu Alman meslektaşına gizlice vererek bankacılığın gizlilik kurallarını ihlal etmesi.
VİSSERİNG’İN İHANETİ: TÜRKİYE İÇİN HAZIRLADIĞI GİZLİ RAPORU ALMAN MESLEKTAŞINA SIZDIRDI.
Hollanda Devlet Arşivi’nde 100 yıla yakın bir zaman sonrası açılan dosyada, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kuruluş sürecinde, Hollandalı uzman Gerard Vissering’in önemli bir hata yaptığı ortaya çıktı. Vissering, Türkiye için hazırladığı gizli raporu Almanya Merkez Bankası Başkanı Hjalmar Schacht’a göndererek büyük bir güven ihlali gerçekleştirdi.
Vissering, Türkiye’ye daveti sırasında Atatürk ile de bir görüşme yapmıştı
Hollanda Merkez Bankası Başkanı Gerard Vissering, 1928 yılında Türkiye’nin ekonomik durumu ve merkez bankası kurulması konusundaki çalışmalarına dair kapsamlı bir rapor hazırlamıştı. Bu rapor, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik bağımsızlığı için kritik öneme sahipti ve gizli tutulması gerekiyordu. Ancak, Almanya Merkez Bankası Başkanı Hjalmar Schacht, Vissering’den bu raporu istemiş ve Vissering, raporun gizli olduğunu belirtmesine rağmen, Schacht’a göndermişti. Üstelik Vissering, Schacht’a “Türkiye bunu duymasın” diyerek raporu gizlice iletmişti.
Bu olay, genç Cumhuriyet’in ekonomik bağımsızlığına yönelik ciddi bir tehdit oluşturmuş ve Türkiye’nin uluslararası alanda güvenini sarsmıştır. Vissering’in bu ihanetini açığa çıkaran dosya, Hollanda Devlet Arşivi’nde 100 yıl sonra gün yüzüne çıkmış ve Türkiye’nin ekonomik tarihine dair önemli bir gerçeği ortaya koymuştur.
Gerard Vissering’in Raporu ve Gizlilik İhlali
Gerard Vissering’in hazırladığı rapor, Türkiye’nin ekonomik durumu ve merkez bankası kurma süreci hakkında önemli bilgiler içeriyordu. Ancak, Vissering bu raporu Almanya Merkez Bankası Başkanı Hjalmar Schacht’a gizlice verdi. Schacht, raporu Vissering’den istemiş ve Vissering, raporun gizli olduğunu belirtmesine rağmen, Schacht’a göndermişti.
Bu olay, çeşitli açılardan eleştirilebilir:
Gizlilik İhlali: Vissering, raporun gizli olduğunu belirtmiş olmasına rağmen, bu gizliliği ihlal ederek raporu Schacht’a vermiştir. Bu, profesyonel ve etik standartlar açısından kabul edilemez bir davranıştır.
Güvenilirlik Sorunu: Vissering’in bu davranışı, Türkiye’nin kendisine olan güvenini zedelemiştir. Bir danışmanın, danışmanlık yaptığı ülkenin gizli bilgilerini başka bir ülkeye vermesi, o danışmanın güvenilirliğini sorgulatır ve gelecekte benzer işbirliklerine olan güveni azaltır.
Ulusal Çıkarların Zedelenmesi: Türkiye, ekonomik bağımsızlık yolunda önemli adımlar atarken, bu tür bir bilgi sızdırılması, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehlikeye atmıştır.
VİSSERİNG’İN ALMAN MESLEKTAŞINA GÖNDERMİŞ OLDUĞU MEKTUBUN TÜRKÇESİ ALTTA:
Amsterdam, 26 Ağustos 1929.
ÇOK GİZLİ.
Sayın Dr. Hjalmar Schacht, Almanya Reichsbank Başkanı, SCHEVENINGEN, Palace Otel.
Sayın Bay Schacht,
Bay La Gro’dan, Türk Hükümetine sunduğum raporla ilgilenebileceğinizi ve muhtemelen Geheimrat Müller’in değerlendirmeleriyle uyumlu olup olmadığını görmek amacıyla bu raporu incelemek isteyebileceğinizi öğrendim. Müller de Türk Hükümetinin talebi üzerine Türkiye’ye giderek kurulacak dolaşım bankaları hakkında daha ayrıntılı düzenlemeleri incelemiştir.
Türk Hükümetinin raporumu kesinlikle gizli tuttuğu ve bunu kamuoyuna açıklamak istemediği izlenimini sürekli olarak edindim. Bu nedenle, Türk Hükümetinin onayı olmadan bu raporu kamuoyuna duyurma özgürlüğümün olmadığını düşündüm. Ancak, raporu şahsen size sunmamın sakıncalı olmadığını düşünüyorum, fakat buna ek olarak raporu gizli bir belge olarak değerlendirmenizi ve üçüncü bir kişinin bu raporu incelediğini Türk Hükümetine bildirmemenizi özellikle rica ediyorum.
Raporu inceledikten sonra, lütfen adresime, Amsterdam, Rokin 127 (Hollanda Bankası) geri göndermenizi rica ediyorum.
Birkaç yıl önce, Zuiderzee çalışmalarını size göstermenin zevkini yaşamıştık. O zamandan beri çalışmalar büyük ilerleme kaydetti, bu yüzden şimdi de birçok yeni şey görmek mümkün. Çalışmaların yeni aşamasını görmek isterseniz, bir gezi düzenlemekten memnuniyet duyarım. Ancak hazırlık tedbirleri açısından, bunu birkaç gün önceden organize etmemiz gerekecektir.
DOSYADA ESRARENGİZ BİR ŞEKİLDE KAYBOLAN 8 NÜSHA
Vissering’in yardımcısının göndermiş olduğu yukarıdaki notta, “Gelecek hafta 8 nüsha gönderilecektir” yazılı ama, Hollanda Devlet Arşivi’ndeki dosyada bu 8 nüsha yoktu.
Mektubun tam tercümesi şöyle:
Amsterdam, 7 Temmuz 1928
Sayın Bay G. Vissering,
Hôtel Royal.
EVIAN LES BAINS.
Sayın Bay,
Bay de Jong’un isteği üzerine (şu anda tatilde olan) size burada ayrı ayrı ekspres siparişle iki nüsha olarak Türkiye raporunuzu gönderiyorum. Bunlar, kopyalamanın acele yapılması gerektiğinden dolayı, ciltlenmemiştir. Gelecek hafta geri kalan 8 nüsha gönderilecektir.
Ayrıca size, Warburg & Co’dan gelen ve hemen kendi adresinize iletilmesi istenen bir yazı ile birlikte bir mektup daha gönderiyorum.
Saygılarımla,
Sizin sadık hizmetkarınız.
[imza]
KURULUŞ AŞAMALARI
8 Nüshası kayıp olan dosyada arta kalanlardan çıkarabildiğimiz biligiler ve Merkez Bankası konusundaki, Osmanlı Dönemi, Cumhuriyet Dönemi, İkinci Dünmya Savaşı Sonrası Dönemi ve 1980 Sonrası Dönemi sizlere sunuyorum:
1923 yılında İzmir’de düzenlenen bir iktisat kongresinde Merkez Bankası’nın kurulması tartışıldı. Dört yıl sonra bankanın planına ilişkin ilk taslak sunuldu. Bu taslak, Türk Merkez Bankası’nın tasarımı konusunda diğer merkez bankalarının yöneticileriyle yapılan tartışmalar için bir temel oluşturdu. Muhataplardan biri De Nederlandsche Bank’ın yönetim kurulu üyesi Gerard Vissering’di ve Vissering’in raporu hükümetten bağımsızlık ihtiyacının altını çiziyordu. Bu görüşmelerin ardından hükümet bir yasa tasarısı hazırladı. Kanun 11 Haziran 1930 tarihinde onaylandı ve 30 Haziran 1930 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlandı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçti. Banka, bir kamu kuruluşu olmadığını ve bağımsız olduğunu belirtmek için bir anonim şirket haline geldi. Banka başlangıçta 30 yıllık bir süre için banknot ihraç etme imtiyazına sahipti. Bu imtiyaz 1955 yılında 1999 yılına kadar uzatılmıştır. Son olarak 1994 yılında süresiz olarak uzatılmıştır.
Bu süreçte Türkiye İş Bankası Başkanı Celal Bayar, Başbakan İsmet İnönü ve Hollanda Merkez Bankası Başkanı Gerard Vissering’in rolü belirleyici oldu.
İsmet İnönü ve Maliye Bakanı Abdülhalik Renda’nın Perspektifi
Başbakan İsmet İnönü ve Maliye Bakanı Abdülhalik Renda ise, daha bağımsız bir merkez bankası kurma fikrini savunuyorlardı. Onlara göre, mevcut ticaret bankalarının bu role dönüştürülmesi yerine, yeni ve tamamen bağımsız bir kurum oluşturulması daha sağlıklı olacaktı. Bu görüş, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı ve mali disiplinini sağlama açısından kritik bir adımdı.
İnönü ve Renda’nın bu yaklaşımı, Celal Bayar’ın önerisiyle çatışıyordu. Bayar’ın İş Bankası’nı merkez bankasına dönüştürme arzusu, İnönü tarafından sıcak karşılanmadı ve sonuçsuz kaldı.
Bu fikir ayrılığı, genç Cumhuriyet’in ekonomik politikalarının şekillendirilmesi sürecinde farklı perspektiflerin ve stratejilerin çatışması olarak yorumlanabilir.
1924 yılında kurulan Türkiye İş Bankası, Cumhuriyet’in ilk özel bankası olma özelliğini taşıyordu. Bayar, İş Bankası’nın mevcut tecrübesi ve altyapısıyla bu görevi başarıyla üstlenebileceğini düşünüyordu. Bu dönemde, Osmanlı Bankası hâlâ kağıt üzerinde devlet bankası konumunu koruyordu ve İş Bankası’nın bu rolü devralması Bayar’ın stratejik hedeflerinden biriydi
Bayar, bu hedef doğrultusunda Hollanda Merkez Bankası Başkanı Gerard Vissering’i Türkiye’ye davet etti. Vissering, hem Türkiye’nin genel ekonomik durumu hem de merkez bankası kurma sürecine dair bir rapor hazırlamakla görevlendirildi. Vissering’in hazırladığı raporda, Türkiye İş Bankası’nın merkez bankasına dönüştürülmesinin mevcut kaynak ve personel açısından avantajlı olacağı belirtiliyordu. Bu rapor, Celal Bayar tarafından dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye sunuldu.
Merkez Bankası’nın Kuruluşu ve Sonrası
1928 yılı, merkez bankası kurma çalışmalarında somut bir gelişme olmadan sona erdi. Ancak, 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran, Türkiye’nin dış ticaret açıklarını artırdı ve para değerindeki istikrarsızlıklar devletin para ve kambiyo alanında sıkı kontroller uygulamasına neden oldu. Bu dönemde çıkarılan “Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu” ve alınan önlemler, istikrarsızlıkları gidermekte yetersiz kaldı ve merkez bankası kurulması konusu daha ciddi şekilde ele alındı.
1929 yılında, Almanya Merkez Bankası Reichsbank guvernörü Hjalmar Schacht, işlerinin yoğunluğunu gerekçe göstererek Türkiye’ye gelemedi, ancak yerine görev yapabilecek meslektaşı Karl Müller’i önerdi. Müller’in hazırladığı rapor, Türkiye’nin merkez bankası kurulması için uygun şartlara sahip olmadığını, ancak bazı tasarruf tedbirlerinin hayata geçirilmesi halinde bu tür bir bankanın kurulması için gerekli ortamın oluşacağını belirtiyordu.
Yukarıda, Vissering’in Müller ile 11 Mart 1929 tarihinde Türkiye hakkında görüşme yaptığı belirtiliyor.
İtalyan uzman Kont Volpi ve İsviçreli profesör Leon Morf’un da katkılarıyla, 1930 yılında merkez bankası kanunu hazırlandı. Mustafa Kemal Atatürk, 4. Yasama yılının açılışında yaptığı konuşmada, Cumhuriyet Merkez Bankası’nın yakında kurulacağını müjdeledi. 11 Haziran 1930 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu onaylandı ve banka 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçti.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kuruluş süreci, genç Cumhuriyet’in ekonomik bağımsızlık ve modernizasyon yolunda attığı önemli adımlardan biridir. Celal Bayar, İsmet İnönü ve Gerard Vissering gibi önemli isimlerin katkıları ve fikir ayrılıkları, bu sürecin şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Ayrıca, Vissering’in raporunun gizli bir şekilde Almanya’ya verilmesi, uluslararası ilişkiler ve etik standartlar açısından önemli dersler içermektedir. Bu süreç, Türkiye’nin ekonomik tarihindeki önemli dönüm noktalarından biridir ve ülkenin gelecekteki ekonomik politikalarının temellerini atmıştır.
Vissering’in Türkiye’ye Daveti ve Raporu
1928 yılında, Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar, Hollanda Merkez Bankası Başkanı Gerard Vissering’i Türkiye’ye davet etti. Vissering’den, Türkiye’nin ekonomik durumunu analiz etmesi ve merkez bankası kurma çalışmalarına yönelik bir rapor hazırlaması istendi. Vissering, Türkiye’deki incelemelerinin ardından kapsamlı bir rapor hazırladı ve bu raporu dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye sundu. Raporda, Türkiye’de bir merkez bankasının kurulmasının acil bir ihtiyaç olduğu belirtilmiş ve Türkiye İş Bankası’nın bu rolü üstlenebileceği vurgulanmıştır. Ancak, İsmet İnönü bu öneriye sıcak bakmamış ve Türkiye İş Bankası’nın merkez bankasına dönüştürülmesi girişimi sonuçsuz kalmıştır.
Diğer Uzmanların Katkıları
Vissering’in yanı sıra, Alman merkez bankası Reichsbank’ın guvernörü Hjalmar Schacht da Türkiye’ye davet edilmiş, ancak iş yoğunluğu nedeniyle yerine meslektaşı Karl Müller’i önermiştir. Müller’in hazırladığı rapor, Schacht’ın değerlendirmeleriyle birlikte Türk hükümetine sunulmuş ve Türkiye’nin içinde bulunduğu şartların merkez bankası kurulması için uygun olmadığı belirtilmiştir. Schacht ve Müller, Türkiye’nin ciddi tasarruf tedbirleri alması gerektiğini vurgulamışlardır.
İtalya’nın eski maliye bakanı Kont Volpi de Türkiye’ye davet edilerek, merkez bankası kurulması konusunu incelemiştir. Nihayet 1930 yılında, merkez bankası kanununun hazırlanması için çalışmalara başlanmış ve 11 Haziran 1930 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu kabul edilmiştir. Banka, 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçmiştir.
Osmanlı Borçları ve Lozan Konferansı
Vissering ile Celal Bayar arasında, Lozan Konferansı sırasında Osmanlı borçlarının hafifletilmesi konusunda da işbirliği olmuştur. Vissering, Celal Bayar’a bu konuda yardımcı olmuş ve aralarında bu vesileyle bir bağ oluşmuştur.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kuruluşu, çeşitli uluslararası danışmanların katkılarıyla şekillenmiş ve nihayetinde Türkiye’nin ekonomik bağımsızlık yolunda attığı önemli bir adım olmuştur. Vissering’in hazırladığı rapor ve diğer yabancı uzmanların değerlendirmeleri, Türkiye’nin ekonomik durumunu ve merkez bankası ihtiyacını net bir şekilde ortaya koymuş ve bu süreçte önemli bir rol oynamıştır. Bu döneme ait belgelerin Hollanda Devlet Arşivi’nde saklanması ve şimdi halka açılması, Türkiye’nin ekonomik tarihine ışık tutan önemli bir gelişmedir.
Celal Bayar, İsmet İnönü ve Maliye Bakanı Arasındaki Fikir Ayrılığı
Celal Bayar, Türkiye İş Bankası’nın başkanı olarak, bankasının merkez bankasına dönüştürülmesi fikrini güçlü bir şekilde savunuyordu. Bayar, Vissering’in hazırladığı raporu destekleyerek, İş Bankası’nın mevcut konumu ve tecrübesiyle merkez bankası olma kapasitesine sahip olduğunu düşünüyordu. Bu yaklaşım, İş Bankası’nın devlet bankası olarak ekonomideki rolünü ve prestijini artırmayı amaçlayan bir stratejiydi.
Ancak, dönemin Başbakanı İsmet İnönü ve Maliye Bakanı Abdülhalik Renda, daha bağımsız ve ulusal bir merkez bankası fikrini benimsemişlerdi. Onlar, mevcut ticaret bankalarının merkez bankasına dönüştürülmesi yerine, tamamen bağımsız ve yeni bir merkez bankası kurulmasının daha doğru olacağını düşünüyorlardı. Bu yaklaşım, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını ve mali disiplini sağlama yolunda atılmış önemli bir adım olarak görülüyordu.
Bu fikir ayrılığı, yeni kurulan Cumhuriyet’in ekonomik politikalarının şekillendirilmesi sürecinde, farklı perspektiflerin ve stratejilerin çatışması olarak yorumlanabilir. İnönü ve Renda, daha uzun vadeli ve yapısal bir değişim öngörürken, Bayar daha pragmatik ve mevcut kaynakları kullanmayı amaçlayan bir yaklaşım benimsemişti.
Celal Bayar ile İsmet İnönü ve Maliye Bakanı arasındaki fikir ayrılığı, Türkiye’nin ekonomik politikalarının şekillendirilmesi sürecinde önemli bir tartışmayı yansıtırken, Vissering’in raporu gizlice Almanya’ya vermesi, uluslararası ilişkiler ve etik standartlar açısından ciddi eleştirilere yol açabilecek bir davranış olmuştur. Bu tür olaylar, bir ülkenin ekonomik bağımsızlık yolunda attığı adımların ne kadar hassas ve stratejik olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.
*********************
GERARD VİSSERİNG
Araştırmamızın kahramanı Gerard Vissering’in uzunca biyografisini 29 Ağustos tarihinde yayınladığım haberimde belirtmiştim.
Gerard Vissering o zamanlar Hollanda’da çok ünlü bir isim olmuştu. Yaşamı ve ölümü medyada çok geniş yer almıştı.
Mehmet Tütüncü, Vissering’in eşi ve çocukları ile yaşamış olduğu evi ziyaret etti. Ne var ki, Vissering’in torunlarıyla karşılaşmayı tahayyül eden Tütüncü, evin satılmış olduğunu ve şimdi orada Yoga dersleri verildiğini gördü.
Tütüncü’nün gözünden bir şey kaçmadı. Evin perdeleri Çin malıydı ama terdeki halılar Türkiye’den gelmişti.
!997 yılında, bu ev ile ilgili olarak bir dergide çok büyük ve geniş bir röportaj yayınlanmıştı.
Mehmet Tütüncü, Vissering’in mezarını da bularak ziyaret etti. Devlet adamlarına ayrılmış bir yerde bulunan mezarlık ve Visserin’in ölüm ilanı üstte görülüyor.
******************
Merkez Bankası’nın web sayfasından aldığım Osmanlı Dönemi, Cumhuriyet Dönemi, İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem, 1980 Sonrası Dönem, 2001 Krizi ve Sonrası Dönem yazılarını da sizlere sunuyorum.
gibi ekonomik faaliyetler; hazine, darphane, sarraflar, vakıflar, bedestenler ve loncalar gibi birçok farklı kesim tarafından yürütülmüştür.
19. yüzyılın ikinci yarısına kadar büyük oranda devam eden bu yapı içinde Osmanlı Devleti, padişah adına altın sikke basımını gerçekleştirmiştir.
Osmanlı Devleti; Ülke içerisindeki borçlanma ve savaşların yarattığı mali sıkıntılardan dolayı, Kaime-i Nakdiye-i Mutebere (Kaime) isimli kâğıt paraları basmış ve 1840 yılında dolaşıma çıkartmıştır.
1854 yılındaki Kırım Savaşı sırasında, yurt dışından ilk kez borçlanan Osmanlı Hükûmetinin; dış borçların ödenmesi konusunda aracılık görevi üstlenecek bir devlet bankasına ihtiyaç duyması üzerine, 1856 yılında Ottoman Bank (Bank-ı Osmanî) kurulmuştur. Merkezi Londra’da bulunan İngiliz sermayeli bu Bankanın yetkileri; küçük miktarlarda kredi vermek, Hükûmet’e avans sağlamak ve bazı Hazine bonolarını iskonto etmekle sınırlandırılmıştır.
1863 yılında Ottoman Bank, kendini feshederek İngiliz-Fransız ortaklığı altında Bank-ı Osmanî-i Şahane (Osmanlı Bankası) adını almış ve bir devlet bankası niteliği kazanmıştır. Bankaya, 30 yıllık bir süre için banknot basma ayrıcalığı ve tekeli verildiği bildirilmektedir. Osmanlı Bankası ayrıca; devletin haznedarlığını üstlenerek gelirleri tahsil etmek, Hazinenin ödemelerini yerine getirip bonolarını iskonto etmek, iç ve dış borçlara ilişkin faiz ve anapara ödemelerini yapmakla da görevlendirilmiştir.
Osmanlı Bankası sermayesinin yabancılara ait olması, zamanla tepkilere yol açmış; bu durum, ulusal bir merkez bankası kurulması fikrinin temelini oluşturmuştur. Yerli sermayeye dayalı bir merkez bankası kurma çabaları, 11 Mart 1917 tarihinde Osmanlı İtibar-ı Millî Bankasının kurulması ile sonuçlanır. Ancak bu Banka; Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgi ile ayrılması nedeniyle, merkez bankası işlevlerini görecek bir ulusal banka olma amacına ulaşamamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, dünyada ortaya çıkan emisyon sağlayacak merkez bankalarının oluşturularak ülkelerin kendi para politikalarını bağımsız olarak belirlemeleri yönündeki eğilimin etkisiyle ve ülkemizde Kurtuluş Savaşı ile kazanılan siyasi bağımsızlığı ekonomik bağımsızlıkla güçlendirmek amacıyla bir merkez bankası kurulması yönündeki tartışmalar ve çalışmalar hız kazanmıştır. Bu konunun ilk kez ele alındığı 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde, özellikle “millî devlet bankası” kurulması fikri üzerinde durulmuştur. 1927 yılında Maliye Bakanı Abdülhalik Renda’nın merkez bankası kurulması hakkında sunduğu kanun taslağı kabul edimiştir. Ayrıca merkez bankasının kuruluş aşamasında yardımcı olması için; Ülkemiz yetkililerinin, diğer ülkelerin merkez bankalarından da görüş istediği belirtilmektedir.
1928 yılında Türkiye’ye davet edilen Hollanda Merkez Bankası İdare Meclisi Üyesi Dr. G. Vissering, hazırladığı raporda hükûmete bağlı olmayan ve bağımsız bir merkez bankasının gerekliliğine dikkat çekerken; 1929 yılında İtalyan Uzman Kont Volpi, Türk parasının istikrarının sağlanması için bir merkez bankası kurulmasının şart olduğunu belirtmiştir. Bu gelişmelerin ardından Hükûmet; merkez bankası kurulmasına ilişkin gerekli yasal çerçevenin hazırlanması için harekete geçmiş, Lozan Üniversitesinden Prof. Leon Morf’un katkılarıyla Merkez Bankası yasa tasarısı hazırlanmıştır. Tasarı; Türkiye Büyük Millet Meclisince 11 Haziran 1930 tarihinde kabul edilerek, 1715 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu adı ile 30 Haziran 1930 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
Merkez Bankası; farklı kurum ve kuruluşlar tarafından yürütülen işlevlerin tek elde toplanmasının ardından, 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyetlerine başlamıştır. Banka; diğer kamu kurumlarından tamamen ayrı ve bağımsız statüsünün bir göstergesi olarak, anonim şirket biçiminde hukuki varlığını kazanmıştır.
Bankanın hisseleri; (A), (B), (C) ve (D) olmak üzere toplam 4 sınıfa ayrılmıştır:
(A) sınıfı hisseler; Hazineye (Kuruluş Kanunu’nda; Bankanın bağımsızlığının güçlendirilmesi amacıyla, bu hisselerin toplam sermayenin yüzde 15’inden fazla olamayacağı belirtilmiştir),
(B) sınıfı hisseler; millî bankalara,
(C) sınıfı hisseler; yabancı bankalar ile imtiyazlı şirketlere,
(D) sınıfı hisseler, Türk ticaret kuruluşlarıyla Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilere ayrılmıştır.
Kuruluş Kanunu’na göre Merkez Bankasının temel amacı, ülkenin ekonomik kalkınmasını desteklemektir. Bu amaçla Banka’ya aşağıdaki yetkiler tanınmıştır:
Temel politika aracı olan reeskont oranlarını belirlemek
Para piyasasını ve para dolaşımını düzenlemek
Hazine işlemlerini yerine getirmek
Türk parasının istikrarına yönelik önlemleri almak
Banknot basımını tek elden yürütmek
Devletin haznedarlığını üstlenmek
Bu dönemde uygulanan sabit döviz kuru rejimi altında döviz kurlarını belirleme yetkisi ise, Hükûmete aittir.
Dünya genelinde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan değişikliklere uyum sağlamak ve Merkez Bankasının etkinliğini artırmak amacıyla, 14 Ocak 1970 yılında 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu kabul edilmiştir. Böylelikle tarihinde yeni bir dönem başlayan Merkez Bankası; kısmen de olsa, dönemin ekonomik ve merkez bankacılığı alanındaki yeniliklerini yansıtan bir yapıya kavuşmuştur.
Söz konusu Kanun; Bankanın yasal statüsü, organizasyon yapısı, yetki ve görevlerinde önemli değişiklikler içerir:
Sermaye: Anonim şirket statüsü korunan Merkez Bankasının sermayesi, 15 milyon liradan 25 milyon liraya yükseltilmiştir. Ayrıca Hazinenin sahip olduğu sermaye payının yüzde 51’den az olamayacağı da, Kanunda yer alan hükümler arasındadır.
Başkanlık (Guvernörlük) Makamı: 1211 Sayılı Kanun’un getirdiği bir diğer yenilik de Guvernörlük adı verilen Başkanlık makamı olmuştur. Dış temsil ve ilişkilerde denklik, protokolde eşitlik sağlanması amacıyla kurulan Başkanlık makamına; ilk olarak Naim Talu getirilmiştir.
Yönetim Komitesi: Guvernörlük makamının yanında, Başkan ve Başkan Yardımcılarından meydana gelen Yönetim Komitesi adı altında yeni bir karar alma organı oluşturulmuştur.
Banka Meclisi: Bankanın en üst karar alma organı statüsündeki 8 üyeli İdare Meclisi ise, 6 üyeli Banka Meclisine dönüştürülmüştür.
Bu değişikliklerin yanı sıra, Hissedarlar Umum Heyeti, Genel Kurul; Murakıplar Komisyonu, Denetleme Kurulu; Umum Müdürlük ise İdare Merkezi adını almıştır.
Merkez Bankası Görev ve Yetkileri: Söz konusu Kanun, Merkez Bankasına ait görev ve yetkilerin artırılması açısından da önemli yenilikler içerir.
Bankanın Kanun ile tanınan yetki ve sorumlulukları şu şekilde sıralanabilir:
Doğrudan ve dolaylı para politikası araçları üzerindeki kontrolünün artması
Para arzını ve likiditeyi düzenlemek amacıyla açık piyasa işlemleri yapma yetkisi
Hükûmetin para ve krediye ilişkin tedbirleri alırken, görüş bildirmesi
Reeskont işlemleri ile yatırım ve ekonomik kalkınmayı desteklemek amacıyla, orta vadeli kredi verme olanağı
Bunların yanında; Hazineye verilebilecek kısa vadeli avans miktarının üst sınırı, ilgili yıla ait bütçe ödeneklerinin yüzde 15’i oranında yükseltilmiştir.
1980’lerde yaşanan ekonomik gelişmeler; hem Türkiye hem de Merkez Bankası açısından bir dönüm noktası niteliğindedir. 24 Ocak 1980 tarihinde açıklanan kararlar ile Türkiye ekonomisinde yapısal bir dönüşüm başlatılmıştır. Bu dönemin önemli ekonomik gelişmeleri şu şekildedir:
Piyasa mekanizması çerçevesinde oluşması amacıyla, fiyatlar üzerindeki kontroller kaldırılmış ve serbest dış ticaret politikasına geçiş yaşanmıştır.
Başlatılan finansal serbestleşme süreci ile para ve kur politikalarının Merkez Bankası tarafından piyasa ekonomisi ile uyumlu bir şekilde yürütülmesi için gerekli altyapının sağlanması yönünde önemli adımlar atılmıştır.
Para politikası kapsamında, mevduat ve kredi faizlerinin piyasa koşullarında belirlenmesi hükme bağlanmıştır.
Türk parası, yabancı paralar karşısında devalüe edilerek sabit kur rejimi ortadan kalkmıştır.
1983 yılında Merkez Bankası, altın ve döviz rezervlerini etkin bir biçimde yönetmek konusunda yetkili hâle getirilmiştir. Bunun yanı sıra, Bankanın esas görevlerini ekonominin temel gereklerine göre ve fiyat istikrarını sağlayacak bir şekilde yürüteceği hükmü, Kanun’a eklenmiştir. 1987 yılında açık piyasa işlemleri yapmaya başlayan Banka, modern anlamda para ve döviz piyasalarının kurulmasına da öncülük etmiştir.
1989 yılında, Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar ile ekonomik birimlerin döviz ile işlem yapmalarına izin verildiği ve Türk parasının konvertibl ilan edilerek görece daha esnek bir döviz kuru rejimine geçildiği görülmektedir.
1990 yılında Banka; ilk defa kamuoyuna duyurduğu para programı ile, döviz kurları ve faiz oranlarındaki istikrarı bozmadan piyasanın likidite ihtiyacını karşılamayı hedeflemiştir. Belirtilen hedeflere ulaşılmasına rağmen, sonraki yıllarda yaşanan Körfez Savaşı; Türkiye ekonomisi üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Bu dönemde mali sektör üzerinde oluşan baskı, siyasi istikrarsızlık, maliye politikasının yeterince sıkı olmaması ve bankacılık sektörünün kırılgan yapısı gibi sorunlar; makroekonomik istikrarın sağlanamamasına ve 1994 yılının ilk çeyreğinde bir finansal kriz yaşanmasına yol açmıştır.
Aynı dönemde, yüksek enflasyon döneminin temel unsurlarından biri olan kamu borçlarının Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilmesini önlemek için ilk düzenlemeler de gerçekleşmiştir: 21 Nisan 1994 tarihinde Hazinenin Merkez Bankası kaynaklarını kullanma sınırı getirilmiştir. Bunun yanında; 1997 tarihinde imzalanan bir protokol ile, 1998 yılından itibaren Hazinenin Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanamayacağı karara bağlanmıştır.
* Devalüasyon: Ulusal paranın dış satın alma gücünün, hükûmet tarafından alınan bir kararla düşürülmesi. Genellikle sabit kur sistemlerinde, ödemeler dengesi açık veren ülkelerde uygulanır.
Merkez Bankasının 1995-1999 yılları arasında izlediği politika, finansal piyasalarda istikrarı sağlamaya yöneliktir. Enflasyonun kontrol altına alınamaması nedeniyle, 2000 yılında döviz kuruna dayalı yeni bir istikrar programı yürürlüğe konmuştur. Ancak 2000 yılının sonlarına doğru ekonomide artış gösteren güven kaybı ve 2001 yılında ortaya çıkan kriz; programın sonlandırılmasına neden olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak, 22 Şubat 2001 tarihinde döviz kurlarının dalgalanmaya bırakıldığı gözlemlenmiştir.
Kriz sonrasında ekonomide yaşanan yapısal dönüşüm sonrası Merkez Bankası Kanunu’nda önemli değişiklikler yapılmıştır. 25 Nisan 2001 tarihinde yapılan bu değişiklikler aşağıdaki gibidir:
Fiyat istikrarını sağlamak, Merkez Bankasının temel amacı olarak açık bir şekilde tanımlanmıştır.
Bu çerçevede, Merkez Bankasının para politikası konusundaki uygulamaları ve kullanacağı araçları doğrudan kendisinin belirleyeceği hükme bağlanmış; böylelikle Banka, araç bağımsızlığına kavuşmuştur.
Bankanın fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla, Hükûmetin büyüme ve istihdam politikalarını destekleyeceği hükme bağlanmıştır.
Finansal istikrarı sağlamak, Bankanın destekleyici amacı olarak tanımlanmıştır.
Merkez Bankasının Hazine ile diğer kamu kurum ve kuruluşlara avans vermesi, kredi açması ve bu kuruluşların ihraç ettiği borçlanma araçlarını birincil piyasadan satın alması yasaklanmış; bu sayede Bankanın kamusal finansman ihtiyacı için bir kaynak olması engellenmiştir.
Para politikası stratejilerinin ve karar alma mekanizmalarının kurumsallaşması amacıyla, Para Politikası Kurulu oluşturulmuştur.
2002 yılına gelindiği zaman, modern bir para politikası stratejisi olan enflasyon hedeflemesi rejimi uygulamasına geçilmiştir. Örtük enflasyon hedeflemesinin uygulandığı 2002-2005 yılları arasında; rejimin gerekli ön koşullarının karşılanmasına çalışılmış, Merkez Bankasının teknik ve kurumsal altyapısı güçlendirilmiş, tahmin modelleri geliştirilmiş ve veri seti genişletilmiştir. Bu süreçte; Araştırma Genel Müdürlüğü, Araştırma ve Para Politikası Genel Müdürlüğü şeklinde yeniden yapılandırılmış, iletişim politikalarının etkinliğini sağlamak amacıyla İletişim Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
2005 yılından itibaren, politika kararları ile ilgili öngörülebilirliğin artırılması amacıyla; bir yıllık Para Politikası Kurulu toplantı tarihleri, bir takvim çerçevesinde önceden açıklanmıştır. Tüm bu süreç sonunda, 2006 yılında açık enflasyon hedeflemesi rejimi uygulanmaya başlamıştır.
Bu dönemde aynı zamanda; belli bir yol katettiği görülen enflasyonla mücadele ile ilgili kararlılığı vurgulamak, Türk parasının itibarını yükseltmek ve yüksek kupürlü paranın neden olduğu sorunları ortadan kaldırmak amacıyla iki aşamalı bir para reformu gerçekleştirilmiştir:
1 Ocak 2005 tarihinden itibaren gerçekleşen ilk aşamada Türk lirasından altı sıfır atılmış, Yeni Türk Lirası ve Yeni Kuruşlar tedavüle çıkarılmıştır.
1 Ocak 2009 tarihinde ise ikinci aşamaya geçilerek; paradan “yeni” ifadesi kaldırılmış, Türk lirası banknot ve kuruşlar yenilenen tasarım ve boyutlarla dolaşıma çıkarılmıştır.
Köklü bir tarihi olan Merkez Bankası; günümüzde de Kanunlar çerçevesinde kendisine verilen yetki ve görevleri en iyi şekilde gerçekleştirmeye ve bu anlamda Türkiye ekonomisine yön vermeye devam etmektedir.
Bugün Merkez Bankası; nitelikli çalışan kaynağı ve modern altyapıya sahip, dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmeleri yakından takip eden ve kendini sürekli yenileyerek dinamik bir yapı içinde politika uygulamalarını sürdüren teknik ve güvenilir bir kurumdur.
*******************
BERICHT IN NEDERLANDS
VERLOREN DUPLICATEN UIT DE TURKSE CENTRALE BANK OPRICHTINGSDOSSIER VAN HET NEDERLANDSE RIJKSARCHIEF
De Nederlandse econoom Vissering, die Turkije hielp bij het verlichten van de Ottomaanse schulden en het oprichten van de Centrale Bank, had zijn rapport in het geheim aan zijn Duitse collega gegeven en gevraagd dit niet aan de Turkse regering te onthullen.
Voor de oprichting van de Centrale Bank vond een hevige discussie plaats tussen Celal Bayar, die wilde dat de İş Bankası werd omgezet in een centrale bank, en premier İsmet İnönü en minister van Financiën Abdülhalik Renda.
Dit artikel is samengesteld uit de bevindingen van onderzoeker Mehmet Tütüncü en bespreekt de Ottomaanse periode, de Republikeinse periode, de periode na de Tweede Wereldoorlog en de periode na 1980.
Mehmet TÜTÜNCÜ heeft onderzocht İlhan KARAÇAY samengesteld
Beste lezers, Na mijn artikel van 29 augustus over het dossier van de oprichting van de Centrale Bank in Turkije dat Mehmet Tütüncü in het Nederlandse Rijksarchief heeft bestudeerd, kondigde ik aan dat we het dossier uitgebreider zouden behandelen.
Samen met Mehmet Tütüncü hebben we de kopieën van het dossier diepgaand bestudeerd. Wat ons het meest opviel, was dat van de 10 kopieën 8 exemplaren ontbraken. Een andere belangrijke kwestie was dat Vissering, die Turkije hielp met de Ottomaanse schulden en het oprichtingsrapport van de Centrale Bank schreef, het rapport in het geheim aan zijn Duitse collega had gegeven en zo de vertrouwelijkheidsregels van de bankier schond.
VERRAAD VAN VISSERING: HET GEHEIME RAPPORT VOOR TURKIJE LEKTE HIJ NAAR ZIJN DUITSE COLLEGA
In het dossier dat na bijna 100 jaar werd geopend in het Nederlandse Rijksarchief, bleek dat de Nederlandse expert Gerard Vissering een grote fout maakte tijdens het oprichtingsproces van de Turkse Centrale Bank. Vissering pleegde een ernstige vertrouwensbreuk door het geheime rapport dat hij voor Turkije had opgesteld, naar de voorzitter van de Duitse Centrale Bank, Hjalmar Schacht, te sturen.
Vissering had tijdens zijn uitnodiging naar Turkije een ontmoeting met Atatürk.
De voorzitter van de Nederlandse Centrale Bank, Gerard Vissering, had in 1928 een uitgebreid rapport opgesteld over de economische situatie van Turkije en de oprichting van een centrale bank. Dit rapport was van cruciaal belang voor de economische onafhankelijkheid van de Turkse Republiek en moest geheim blijven. Echter, de voorzitter van de Duitse Centrale Bank, Hjalmar Schacht, had Vissering gevraagd om dit rapport, en Vissering had het naar Schacht gestuurd ondanks de vertrouwelijkheid ervan. Bovendien had Vissering Schacht verteld: “Laat Turkije dit niet weten” terwijl hij het rapport in het geheim overhandigde.
Deze gebeurtenis vormde een ernstige bedreiging voor de economische onafhankelijkheid van de jonge Republiek en ondermijnde het vertrouwen van Turkije op het internationale toneel. Het dossier dat het verraad van Vissering onthulde, werd na 100 jaar in het Nederlandse Rijksarchief openbaar gemaakt en bracht een belangrijk feit aan het licht over de economische geschiedenis van Turkije.
Het Rapport van Gerard Vissering en de Schending van Vertrouwelijkheid
Het rapport dat Gerard Vissering had opgesteld, bevatte belangrijke informatie over de economische situatie van Turkije en het proces van het oprichten van een centrale bank. Echter, Vissering gaf dit rapport in het geheim aan de voorzitter van de Duitse Centrale Bank, Hjalmar Schacht. Schacht had het rapport gevraagd en ondanks dat Vissering had aangegeven dat het rapport vertrouwelijk was, stuurde hij het toch naar Schacht.
Deze gebeurtenis kan op verschillende manieren worden bekritiseerd:
Schending van Vertrouwelijkheid: Ondanks dat Vissering had aangegeven dat het rapport vertrouwelijk was, schond hij deze vertrouwelijkheid door het aan Schacht te geven. Dit is onaanvaardbaar gedrag vanuit professioneel en ethisch oogpunt.
Betrouwbaarheidsprobleem: Door zijn gedrag beschadigde Vissering het vertrouwen dat Turkije in hem had. Een adviseur die de vertrouwelijke informatie van het land waarin hij advies geeft aan een ander land doorgeeft, roept vragen op over zijn betrouwbaarheid en vermindert het vertrouwen in toekomstige samenwerkingen.
Schade aan Nationale Belangen: Terwijl Turkije belangrijke stappen zette richting economische onafhankelijkheid, bracht het lekken van dergelijke informatie de nationale belangen van Turkije in gevaar.
BRIEF VAN VISSERING AAN ZIJN DUITSE COLLEGA (VERTALING IN HET TURKS)
Amsterdam, 26 augustus 1929.
ZEER GEHEIM.
Geachte Dr. Hjalmar Schacht, voorzitter van de Reichsbank Duitsland, SCHEVENINGEN, Palace Hotel.
Geachte heer Schacht, Van de heer La Gro vernam ik dat u mogelijk interesse hebt in het rapport dat ik aan de Turkse regering heb voorgelegd en dat u het wellicht wilt inzien om te zien of het overeenkomt met de beoordelingen van Geheimrat Müller. Müller heeft op verzoek van de Turkse regering Turkije bezocht om de gedetailleerde regelingen voor de op te richten circulatiebanken te bestuderen. Ik kreeg voortdurend de indruk dat de Turkse regering mijn rapport strikt vertrouwelijk hield en het niet openbaar wilde maken. Daarom dacht ik dat ik niet de vrijheid had om dit rapport zonder goedkeuring van de Turkse regering openbaar te maken. Echter, ik vind het niet bezwaarlijk om het rapport persoonlijk aan u te overhandigen, maar ik vraag u dit rapport als een vertrouwelijk document te beschouwen en de Turkse regering niet op de hoogte te brengen dat een derde persoon dit rapport heeft ingezien. Na het rapport te hebben bekeken, verzoek ik u het terug te sturen naar mijn adres, Amsterdam, Rokin 127 (De Nederlandsche Bank). Enkele jaren geleden hadden we het genoegen u de Zuiderzee-werken te tonen. Sindsdien zijn de werkzaamheden aanzienlijk gevorderd, dus nu is er veel nieuws te zien. Als u de nieuwe fase van de werkzaamheden wilt zien, regel ik graag een bezoek voor u. Maar om voorbereid te zijn, moeten we dit enkele dagen van tevoren organiseren.
VERMISTE 8 EXEMPLAREN UIT HET DOSSIER
In de aantekening van Vissering’s assistent staat: “Volgende week worden er 8 exemplaren verstuurd”, maar in het dossier van het Nederlandse Rijksarchief ontbraken deze 8 exemplaren.
De volledige vertaling van de brief is als volgt:
Amsterdam, 7 juli 1928
Geachte heer G. Vissering,
Hôtel Royal. EVIAN LES BAINS.
Geachte heer,
Op verzoek van de heer de Jong (die momenteel met vakantie is) stuur ik u hier per expresbestelling twee exemplaren van uw rapport over Turkije. Vanwege de spoed bij het kopiëren zijn deze niet gebonden. De resterende 8 exemplaren worden volgende week verstuurd. Ik stuur u ook een brief van Warburg & Co., die onmiddellijk naar uw adres moet worden verzonden. Met vriendelijke groet, Uw trouwe dienaar.
OPRICHTING FASEN
In het dossier, waarvan 8 exemplaren ontbreken, presenteer ik de overgebleven informatie over de oprichting van de Centrale Bank, inclusief de Ottomaanse periode, de Republikeinse periode, de periode na de Tweede Wereldoorlog en de periode na 1980.
Tijdens een economisch congres in İzmir in 1923 werd de oprichting van een Centrale Bank besproken. Vier jaar later werd het eerste ontwerpplan voor de bank ingediend. Dit ontwerp diende als basis voor discussies met andere centrale bankiers over het ontwerp van de Turkse Centrale Bank. Een van de gesprekspartners was Gerard Vissering, bestuurslid van De Nederlandsche Bank, en zijn rapport benadrukte de noodzaak van onafhankelijkheid van de regering. Na deze gesprekken stelde de regering een wetsvoorstel op. De wet werd op 11 juni 1930 goedgekeurd en op 30 juni 1930 gepubliceerd in het Staatsblad. De Turkse Republiek Centrale Bank begon op 3 oktober 1931 met haar activiteiten. Om aan te geven dat de bank geen overheidsinstantie was en onafhankelijk was, werd deze een naamloze vennootschap. De bank kreeg aanvankelijk het privilege om bankbiljetten uit te geven voor een periode van 30 jaar. Dit privilege werd in 1955 verlengd tot 1999 en in 1994 werd het voor onbepaalde tijd verlengd. In dit proces waren de voorzitter van de Türkiye İş Bankası Celal Bayar, premier İsmet İnönü en de voorzitter van de Nederlandse Centrale Bank Gerard Vissering van doorslaggevend belang.
Het Perspectief van İsmet İnönü en Minister van Financiën Abdülhalik Renda
Premier İsmet İnönü en minister van Financiën Abdülhalik Renda bepleitten een meer onafhankelijke centrale bank. Volgens hen was het gezonder om een nieuwe en volledig onafhankelijke instelling op te richten in plaats van bestaande handelsbanken deze rol te laten vervullen. Deze visie was een cruciale stap voor de economische onafhankelijkheid en financiële discipline van Turkije.
İnönü en Renda’s benadering botste met het voorstel van Celal Bayar. Bayar’s wens om de İş Bankası om te zetten in een centrale bank werd niet door İnönü gesteund en bleef zonder resultaat. Deze meningsverschil kan worden gezien als een botsing van verschillende perspectieven en strategieën.
Deze benadering van İnönü en Renda was in conflict met het voorstel van Celal Bayar. Bayar’s verlangen om de İş Bankası om te vormen tot een centrale bank werd niet goedgekeurd door İnönü en liep op niets uit.
Dit meningsverschil kan worden geïnterpreteerd als een botsing van verschillende perspectieven en strategieën bij de vormgeving van het economische beleid van de jonge Republiek.
De in 1924 opgerichte Türkiye İş Bankası was de eerste particuliere bank van de Republiek. Bayar geloofde dat de İş Bankası deze taak met haar bestaande ervaring en infrastructuur succesvol zou kunnen uitvoeren.
In die tijd behield de Ottomaanse Bank nog steeds de status van staatsbank op papier, en een van Bayar’s strategische doelen was dat de İş Bankası deze rol zou overnemen.
Bayar nodigde daarom de president van de Nederlandse Bank, Gerard Vissering, uit naar Turkije. Vissering kreeg de opdracht een rapport op te stellen over zowel de algemene economische situatie van Turkije als het proces van het oprichten van een centrale bank.
In Vissering’s rapport werd gesteld dat de omzetting van de Türkiye İş Bankası in een centrale bank gunstig zou zijn gezien de bestaande middelen en het personeel.
Dit rapport werd door Celal Bayar aan de toenmalige premier İsmet İnönü voorgelegd.
Oprichting en de Nasleep van de Centrale Bank
Het jaar 1928 eindigde zonder concrete vooruitgang in de oprichting van de centrale bank. Echter, de Grote Depressie van 1929 vergrootte Turkije’s handelsdeficits en de instabiliteit van de valuta, wat de regering ertoe bracht strikte controles in te voeren op het gebied van valuta en wisselkoersen.
De “Wet op de Effecten- en Valutabeurzen” die in deze periode werd uitgevaardigd en de genomen maatregelen waren onvoldoende om de instabiliteit te verhelpen, en de kwestie van de oprichting van een centrale bank werd serieuzer aangepakt.
In 1929 kon Hjalmar Schacht, de gouverneur van de Duitse centrale bank Reichsbank, vanwege drukte niet naar Turkije komen, maar hij stelde zijn collega Karl Müller voor als vervanger.
In het rapport dat Müller opstelde, stond dat Turkije niet over de juiste voorwaarden beschikte voor de oprichting van een centrale bank, maar dat met de implementatie van enkele bezuinigingsmaatregelen de noodzakelijke voorwaarden voor de oprichting van een dergelijke bank zouden kunnen worden gecreëerd.
Hierboven staat vermeld dat Vissering op 11 maart 1929 een gesprek had met Müller over Turkije.
Met de bijdragen van de Italiaanse expert Graaf Volpi en de Zwitserse professor Leon Morf werd in 1930 de wet op de centrale bank opgesteld. Mustafa Kemal Atatürk kondigde in zijn toespraak bij de opening van het 4e wetgevingsjaar aan dat de Republiek Centrale Bank binnenkort zou worden opgericht.
Op 11 juni 1930 werd de Wet op de Centrale Bank van de Republiek Turkije goedgekeurd en de bank begon haar activiteiten op 3 oktober 1931.
Het oprichtingsproces van de Centrale Bank van de Republiek Turkije is een van de belangrijke stappen die de jonge Republiek heeft genomen op weg naar economische onafhankelijkheid en modernisering. De bijdragen en meningsverschillen van belangrijke figuren zoals Celal Bayar, İsmet İnönü en Gerard Vissering waren bepalend voor de vormgeving van dit proces.
Bovendien bevat het heimelijk doorgeven van Vissering’s rapport aan Duitsland belangrijke lessen op het gebied van internationale betrekkingen en ethische normen.
Dit proces is een van de belangrijke keerpunten in de economische geschiedenis van Turkije en heeft de basis gelegd voor het toekomstige economische beleid van het land.
De Uitnodiging van Vissering naar Turkije en zijn Rapport
In 1928 nodigde de algemeen directeur van Türkiye İş Bankası, Celal Bayar, de president van de Nederlandse Bank, Gerard Vissering, uit naar Turkije.
Vissering werd gevraagd de economische situatie van Turkije te analyseren en een rapport op te stellen over de oprichting van een centrale bank.
Vissering stelde na zijn onderzoek in Turkije een uitgebreid rapport op en presenteerde dit aan de toenmalige premier İsmet İnönü.
In het rapport werd aangegeven dat de oprichting van een centrale bank in Turkije een dringende noodzaak was en werd benadrukt dat de Türkiye İş Bankası deze rol zou kunnen vervullen.
Echter, İsmet İnönü stond niet positief tegenover dit voorstel en de poging om de Türkiye İş Bankası om te vormen tot een centrale bank liep op niets uit.
Deze benadering van İnönü en Renda stond haaks op het voorstel van Celal Bayar. Bayar’s wens om de İş Bankası om te vormen tot een centrale bank werd door İnönü niet goed ontvangen en liep op niets uit.Dit meningsverschil kan worden gezien als een botsing van verschillende perspectieven en strategieën in het vormingsproces van het economische beleid van de jonge Republiek.
De in 1924 opgerichte Türkiye İş Bankası was de eerste particuliere bank van de Republiek. Bayar geloofde dat de İş Bankası deze taak met haar bestaande ervaring en infrastructuur succesvol zou kunnen uitvoeren.
In die tijd behield de Ottomaanse Bank nog steeds de status van staatsbank op papier, en een van Bayar’s strategische doelen was dat de İş Bankası deze rol zou overnemen.
Bayar nodigde daarom de president van de Nederlandse Bank, Gerard Vissering, uit naar Turkije. Vissering kreeg de opdracht een rapport op te stellen over zowel de algemene economische situatie van Turkije als het proces van het oprichten van een centrale bank.
In Vissering’s rapport werd gesteld dat de omzetting van de Türkiye İş Bankası in een centrale bank gunstig zou zijn gezien de bestaande middelen en het personeel.
Dit rapport werd door Celal Bayar aan de toenmalige premier İsmet İnönü voorgelegd.
De Oprichting en de Nasleep van de Centrale Bank
Het jaar 1928 eindigde zonder concrete vooruitgang in de oprichting van de centrale bank. Echter, de Grote Depressie van 1929 vergrootte Turkije’s handelsdeficits en de instabiliteit van de valuta, wat de regering ertoe bracht strikte controles in te voeren op het gebied van valuta en wisselkoersen.
De “Wet op de Effecten- en Valutabeurzen” die in deze periode werd uitgevaardigd en de genomen maatregelen waren onvoldoende om de instabiliteit te verhelpen, en de kwestie van de oprichting van een centrale bank werd serieuzer aangepakt.
In 1929 kon Hjalmar Schacht, de gouverneur van de Duitse centrale bank Reichsbank, vanwege
drukte niet naar Turkije komen, maar hij stelde zijn collega Karl Müller voor als vervanger.
In het rapport dat Müller opstelde, stond dat Turkije niet over de juiste voorwaarden beschikte voor de oprichting van een centrale bank, maar dat met de implementatie van enkele bezuinigingsmaatregelen de noodzakelijke voorwaarden voor de oprichting van een dergelijke bank zouden kunnen worden gecreëerd.
Bijdragen van Andere Deskundigen
Naast Vissering werd ook Hjalmar Schacht, de gouverneur van de Duitse centrale bank Reichsbank, uitgenodigd naar Turkije, maar vanwege zijn drukke agenda stelde hij zijn collega Karl Müller voor.
Het rapport opgesteld door Müller werd samen met Schacht’s evaluaties aan de Turkse regering gepresenteerd en stelde dat de omstandigheden in Turkije ongeschikt waren voor de oprichting van een centrale bank.
Schacht en Müller benadrukten dat Turkije serieuze bezuinigingsmaatregelen moest nemen.
De voormalige Italiaanse minister van Financiën, Graaf Volpi, werd ook uitgenodigd naar Turkije om de kwestie van de oprichting van een centrale bank te onderzoeken.
Uiteindelijk werd in 1930 begonnen met het opstellen van de wet op de centrale bank, en op 11 juni 1930 werd de Wet op de Centrale Bank van de Republiek Turkije aangenomen.
De bank begon haar activiteiten op 3 oktober 1931.
Ottomaanse Schulden en de Lausanne Conferentie
Tussen Vissering en Celal Bayar was er ook samenwerking tijdens de Lausanne Conferentie over de verlichting van Ottomaanse schulden.
Vissering hielp Celal Bayar hierbij, en er ontstond een band tussen hen door deze gelegenheid.
De oprichting van de Centrale Bank van de Republiek Turkije werd vormgegeven door de bijdragen van verschillende internationale adviseurs en was uiteindelijk een belangrijke stap in Turkije’s weg naar economische onafhankelijkheid.
Het rapport dat door Vissering werd opgesteld, samen met de evaluaties van andere buitenlandse deskundigen, maakte de economische situatie van Turkije en de noodzaak van een centrale bank duidelijk en speelde een belangrijke rol in dit proces.
Het bewaren van de documenten uit deze periode in het Nederlandse Rijksarchief en de huidige openstelling ervan voor het publiek, is een belangrijke ontwikkeling die licht werpt op de economische geschiedenis van Turkije.
Meningsverschillen tussen Celal Bayar, İsmet İnönü en de Minister van Financiën
Als voorzitter van de Türkiye İş Bankası pleitte Celal Bayar krachtig voor het idee om zijn bank om te vormen tot een centrale bank.
Bayar ondersteunde het rapport van Vissering en geloofde dat de İş Bankası met haar huidige positie en ervaring de capaciteit had om een centrale bank te worden.
Deze benadering was een strategie die gericht was op het vergroten van de rol en het prestige van de İş Bankası als staatsbank in de economie.
Echter, de toenmalige premier İsmet İnönü en minister van Financiën Abdülhalik Renda, hadden het idee van een meer onafhankelijke en nationale centrale bank omarmd.
Zij geloofden dat het beter zou zijn om een volledig onafhankelijke en nieuwe centrale bank op te richten in plaats van bestaande handelsbanken om te vormen tot een centrale bank.
Deze benadering werd gezien als een belangrijke stap naar het verzekeren van de economische onafhankelijkheid en de financiële discipline van Turkije.
Dit meningsverschil kan worden gezien als een botsing van verschillende perspectieven en strategieën in het vormingsproces van het economische beleid van de nieuwe Republiek.
İnönü en Renda voorzagen een meer langetermijn- en structurele verandering, terwijl Bayar een meer pragmatische benadering hanteerde die gericht was op het gebruik van bestaande middelen.
Het meningsverschil tussen Celal Bayar en İsmet İnönü en de minister van Financiën weerspiegelt een belangrijke discussie in het vormingsproces van het economische beleid van Turkije, terwijl het heimelijk overdragen van Vissering’s rapport aan Duitsland een daad was die ernstige kritiek zou kunnen uitlokken op het gebied van internationale betrekkingen en ethische normen.
Dergelijke gebeurtenissen onderstrepen opnieuw hoe gevoelig en strategisch de stappen zijn die een land zet op weg naar economische onafhankelijkheid.
GERARD VİSSERİNG
In mijn nieuwsbericht van 29 augustus gaf ik een uitgebreide biografie van Gerard Vissering, de held van ons onderzoek.
Gerard Vissering was in die tijd een zeer bekende naam in Nederland. Zijn leven en dood kregen veel aandacht in de media.
Mehmet Tütüncü bezocht het huis waar Vissering met zijn vrouw en kinderen woonde. Hij hoopte de kleinkinderen van Vissering te ontmoeten, maar ontdekte dat het huis was verkocht en nu werd gebruikt voor yogalessen.
Niets ontsnapte aan Tütüncü’s aandacht. De gordijnen in het huis waren van Chinese makelij, maar de tapijten op de vloer kwamen uit Turkije.
In 1997 werd er in een tijdschrift een zeer groot en uitgebreid interview over dit huis gepubliceerd.
Mehmet Tütüncü vond en bezocht ook het graf van Vissering. De begraafplaats bevond zich op een locatie gereserveerd voor staatslieden en de overlijdensadvertentie van Vissering is hierboven te zien.